Markalar

Mimari

BİR MİMAR
Haberler - 30.Temmuz.2012

Mimarlık sergisi niteliğinde bir başkent: Helsinki.


Yer: 25. boylam 60. enlem. Yer kürenin oldukça kuzeyindeyiz. Gündüz süresi: 17 - 18 saat; fakat bir mevsim sonra gelmiş olsaydık gece ve gündüzün yer değiştirmiş olduğunu görecektik. Gün için en yüksek sıcaklık: 24 - 26 derece. Hava çoğunlukla pırıl pırıl güneşli; ama bazen sağanak bastırıyor. Nüfus: 500.000. İstanbul'un nüfusunu düşününce içinizden gülmek geliyor. Neredeyse tamamı yürüyerek gezilebilecek bir başkentteyiz: Helsinki.

Kentin tarihi 1550'de İsveç Kralı Gustavus Vasa tarafından Vantaa Nehri'nin ağzında bulunan ilk yerleşimle başlıyor. Helsinki kenti 1812'de Çarlık Rusya'sına ait bir dükalığın başkenti olarak bugünkü Baltık Deniz'i kıyısındaki konumuna taşınıyor. İsveç ve Rusya arasında çeşitli dönemlerde yaşanan savaşlarda sürekli el değiştiren kent; 1917'den beri bağımsız Finlandiya Cumhuriyeti'nin başkenti. 12 Haziran 2002'de 450. kuruluş yıl dönümünü kutlayan Helsinki; bu tarihi geçmişi itibarıyla da Avrupa'nın kültür başkentleri arasında yerini alıyor.



Geçmişin izlerini üzerinde taşıyan Helsinki kenti sokaklarında gezinirken; bina cephelerinin değişik tarihi ve kültürel özellikleri biz yürüyenlerle kendileri ve temsil ettikleri mimari akımlar ile iletişim kurma olanağı sunuyor: 18. yüzyılın Rokoko Klasizmi, Neo-Klasizim, Neogotik, Neorönesans, Art-nouveau, 1920'lerin Klasizmi, 1930'ların Fonksiyonalizm akımları, Modernizm ve Post-modernizm… Mimarlık tarihi uzmanları kent yapılarını bu dönemlere göre ve belki de daha da ayrıntılı olarak sınıflandırılabilir; ancak bu bir mimarın gözlemlerine dayanan bir gezi yazısı.

Helsinki'yi yapıların mimari bakış açısı ile tanımaya başlamadan önce Helsinkililer'in günlük yaşamlarını şekillendiren öğeleri tanımakta yarar var. Finlandiya'nın güneyinde göller ve Baltık Denizi arasında dağılmış adacıklar ve yarım adalar üzerinde düzlük bir arazi üzerine kurulu kent, yeşil alanları ve parkları ile dikkat çekiyor. Finlandiya kanunlarında "Herkesin Hakkı" olarak tanımlanan yeşil alanların; mülkiyete zarar verilmediği ve özel yaşama müdahale edilmediği sürece ortak olarak herkese açık olması kanunu, kent sakinlerine kentin neredeyse kırsal yerleşimi andıran dış mahallelerinde geniş kişisel korular arasında dolaşma olanağı veriyor.

Göllerin ve denizin her an karşınıza çıktığı kentte, kişisel ve toplu ulaşımda kullanılan çeşitli büyüklükteki deniz araçlarına ve bunların yanaştığı yine çeşitli boyutlarda iskelelere her an rastlayabilirsiniz. Kış aylarında göllerin ve denizin donduğu bu ülkenin dünyanın en önemli buz kıran filolarından birine sahip olduğu ve bu devasa gemilerin dünyanın çeşitli yerlerinden gelen yolcu ve yük gemileriyle beraber Helsinki limanına demirlediğini de unutmamalı. Kentte karasal toplu taşıma pek çok Avrupa kentinde olduğu gibi tramvay, otobüs, metro ve tren ile gerçekleştirilirken; Helsinki belediyesi bir başka ulaşım hizmeti daha sunuyor: Bisiklet. Kent sakinlerinin kendi bisikletleri ile bisiklet yolları üzerinde gerçekleştirdiği yoğun ulaşıma Helsinki belediyesi 3 Euro karşılığı kiralanan ve kullanımın ardından bu parayı iade eden "Yeşil Bisiklet" sistemi ile katkıda bulunuyor. Fakat Helsinki'nin trafik sorunu olmadığını söylemekte yanlış olur. Örneğin havaalanından kent merkezine giderken sarf ettiğiniz sürenin dörtte biri trafik sıkışıklığında geçiyor. Yine kentteki ulaşımla ilgili önemli bir nokta da, kimi önemli caddelerindeki buzlanmanın yer altından ısıtma yöntemi ile önlendiği. Fakat Ağustos ayında buna tanıklık etmemiz nedense mümkün olmadı.

Kendin önemli bölgelerini ve buralardaki binaları tanımaya başlamadan önce parkları ve geniş alanları süsleyen heykellerden bahsetmekte yarar var. Bu heykeller tıpkı binalar gibi çok çeşitli sanatsal yaklaşımları temsil ediyor. Fakat kentteki özellikle Art-Nouveau binalarda görülen kabartmaların boyut ve şekilleri ile bina duvarlarını süslemenin ötesine geçtiklerini ve neredeyse kabartma sınırlarını zorlayarak yapıdan bağımsız birer heykele dönüştüklerini söylemek abartı olmaz.

Helsinki kentinde bir mimar olarak geldiğinizde gezi rotanız sizi sıradan bir turistin rotasından zaman zaman ayıracak ve bakışlarınız onlardan daha fazlasını görecek. Fakat öncelikle nereye gideceğinizi bilmelisiniz. Denebilir ki kent mimari olarak üç ana bölüme ayrılabilir:
" Senato meydandı ve civarı; kamusal binaların merkezi.
" Esplanadi parkı ve çevresi; bir nevi mimari akımlar sergisi.
" Tren istasyonu bölgesi; son dönem mimarisinden ilgi çekici örnekler.
Bu bölgelerden ilki, Senato Meydanı, Helsinki'nin tarihi geçmişi ve mimarlık akımları açısından çok önemli yapıları barındıran bir bölge. Meydana bakan binaların nerdeyse tamamı kurumsal amaçlara hizmet ederken, yine kentin en eski konut yapısı da burada bulunuyor. Buraya kısaca kentin ve hatta Finlandiya'nın kalbi denilebilir. Çar İkinci Alexander'ın heykelinin yer aldığı, ormanlar ülkesi Finlandiya'nın taş kaplı ağaçsız Senato Meydanı; geleneksel olarak yeni yıl kutlamalarının düzenlendiği alandır.

Helsinki'nin en simgesel yapılarından olan Saint Nicholas Katedrali bu bölgede bulunmaktadır. Geniş ve yüksek basamaklar çıkılarak ulaşılan katedralin tasarımı ünlü mimar Carl Ludwing Engel'e aittir. Yapı 1840'da Engel'in ölümü ile E.B. Lehrmann tarafından tamamlanmış. Lehrmann kendine özgü değişiklikler yapmayı ihmal etmemiş ve ana kubbe çevresine 4 küçük kula ve çanlar için pavyonlar eklemiştir. Hayranlık uyandıran yapı oranları, meydana hakim konumu, göz alıcı beyaz duvarları ve bakır kubbesi ile katedral kente tepeden bakmaktadır. Katedralin giriş kapısının önündeki alanda oturduğunuzda güney limanının manzarası ile karşılaşırsınız. Bu manzara, aynı zamanda katedralin adının altında yatan anlamı da işaret eden bir ipucudur; zira Saint Nicholas tüccarların ve denizcilerin azizidir. Katedralin cephelerini süsleyen üçgen alınlıkların iki yanında ise Alman heykeltıraşlar tarafından yapılan havarilere ait çinko heykeller bulunmaktadır. Reformasyon liderlerinin heykelleri ile süslü iç mekân ise tepe pencerelerinden süzülen ışığın ustaca yansıtılması ile elde edilen gölge oyunlarına sahne olmaktadır.

Kentte en eski konut yapısı olan Sederholm evi de Senato Meydanına bakmaktadır. İsveç Krallığı döneminden günümüze kalan bu yapı 19. y.y. başlarında mimar Engel tarafından Neo-Klasik tarzda değiştirilmiştir.

Senato Meydanı'nı çevreleyen diğer önemli yapılar; tümü Engel tarafından tasarlanan ve yapılan üniversite ana binası, üniversite kütüphanesi, senato binası ve günümüzde belediye binası olarak kullanılan Seurahuone Oteli'dir. Meydandaki binaların neredeyse tümü Neo-Klasik akımın birer örneğidir. Din, devlet ve bilimin önemini ve kurumsal olarak birbirleri ile kimi zaman iç içe geçen yapısını simgeleyen meydanın güneyinde bulunan ve limana bakan nispeten daha küçük meydanda ise pazar yeri bulunmaktadır. Senato meydanının tüm ihtişamının yanında sarı tentelerin ve çadırların oluşturduğu pazar yeri basit ve yalın kurgusu ile halkın çiçek, sebze, meyve ve balık ihtiyacını karşıladığı gibi turistik hediyelik eşyalarında satıldığı çok renkli bir mekândır.

Helsinki'nin alışveriş merkezlerine yakınlığı nedeni ile her zaman uğrak noktası olan önemli mekânlardan biri de Esplanadi Parkı bölgesidir. Kendin en canlı ve en güzel noktalarından biri olan park tam bir yaya cenneti olarak görülebilir. Parkın merkezinde Finlandiya'nın ulusal şairi olan J.L. Runeberg'in, oğlu Walter tarafından yapılmış heykeli vardır. Buluşma noktası olarak kullanılan heykelin çevresindeki dairesel alan ve bu alana uzanan yaya yolları Senato Meydanıyla tam bir zıtlık içerisinde kaplamasız toprak yollardır. Bu yolların iki yanında rengarenk çiçekler, özellikle gençlerin oturmak ve toplanmak için kullandığı çim alanlar, gölge yapan ağaçlar Avrupa kentlerinin merkezi parklarının genel özelliklerini yansıtır. Fakat Esplanadi Parkı'nın kimliğini belirleyen etrafındaki yapılardır.

Esplanadi Parkı çevresinde özellikle göze çarpan yapılar konut yapılarıdır. Neo-Rönesans tarzı bu konut yapıları 1860'lardan itibaren gittikçe zenginleşen tüccarlar tarafından yaptırılmıştır. Zamanlar konutlar dört kata yükselmiş, sokak cepheleri giderek daha süslü hala gelmiştir. Bu dönemde yapılan binaların çoğu Finli mimar Theodor Höijer'in tasarımıdır. Giderek zenginleşen tüccarların desteklediği bu hızlı yapılaşma karşısında çıkartılan "binaların aynı yükseklikte yapılma zorunluluğu" Helsinki kent merkezinin bugünkü düzenli yapılaşmasının ve çekiciliğinin temek nedenidir.

1900'lerde ticaret merkezi olarak inşa edilen Aleksi binasının strüktürü döneminin simgesi olan dökme demir ve çelikten oluşmuştur. Yapı bu teknolojinin el verdiği büyük duvar boşluklarına sahiptir. Neo-Gotik akımın örneklerinden olan bina büyük pencereleri ve cephesindeki mozaik süslemelerle dikkat çekmektedir.

Parkın çevresinde ünlü mimar Alvar Aalto'nun tasarladığı çeşitli binalar bulunur. Yeni mimarlığın ustası ve Modernizm'in temsilcisi olarak bilinen Aalto'nun tasarladığı bir ofis binası ve Savoy Restoranı parkın hemen yanında sıralanırken birkaç dakikalık yürüme mesafesinde yine onun tasarımı olan Akademik Kitapevi binası görülebilir.

Akademik Kitapevi, kentin en büyük kitap dükkânı olup dört katlı galeri yapısı ile dikkat çekici ve rahat okuma bölümleriyle kitap tutkunlarının vakit geçirmekten sıkılmayacağı bir ortam sunar. Binanın bodrum katında yer alan kırtasiye bölümünden bir tünel ile yandaki Stockmann mağazası binasına geçilebilir.

Kentin en büyük mağazası olan Stockmann; mağazaya adını veren aile şirketine aittir. Kent sokaklarında yürürken Stockmann mağazasının önüne kurulan meyve tezgâhlarından yöresel böğürtlenler satın alabilirsiniz.

Esplanadi Parkı'nın belki de en çekici noktası 1867'de inşa edilen ve pek çok kez yenilenen ve genişletilen Kappeli Restoranıdır. Cam cephesi ile dış mekânla bütünleşen yapı, çevresinde yoğun yaya akışı ile iç içe yaşanmaktadır. Restoranın hemen karşısında yer alan camla örtülü sahnede yaz aylarında halka açık konserler verilmektedir. Burada; sahnenin önündeki banklarda oturabilir, canlı gösterileri bedava izleyebilirsiniz. Esplanadi Parkından limana doğru giden yol üzerinde sağ kolda 1888 yılında inşa edilip, 1989'da restore edilen, sarı, kırmızı ve beyaz tuğlalı bir bina dikkat çeker. Bu Helsinki'nin en eski alışveriş merkezidir ve hala bu amaca hizmet etmektedir.

Liman yönünde ilerlediğinizde karşınıza Bakire Meryem adına adanmış olan 1868 tarihli Ortodoks Kilisesi çıkar. Kiliseye ulaşmak için önce limanı boylu boyunca yürümek, sonrada köprüyü geçmek gerekecektir. Kilisenin süslemeli tonozları granit kolonlar tarafından taşınmaktadır. Bu etkileyici kilisenin bahçesinin limana sunduğu eşsiz bakışı görmek, yürüdüğünüz yolun yorgunluğunu size unutturacaktır.

Tren istasyonu bölgesi ise kentin daha yeni tarihli binalarının toplandığı bir yöre olarak göze çarpar. 1919'da tamamlanan ve Eliel Saarinnen'in eseri olan istasyon binası Art-Nouveau tarzında etkileyici bir yapıdır. Helsinki'de toplu taşımacılığın odağı olan tren istasyonu aynı zamanda ana metro istasyonu ve alışveriş merkezi olarak hizmet vermektedir. Yabancı ziyaretçilerin ziyaret ettiği döviz büroları ve yolcuların bagajlarını koymak üzere kiraladığı dolap odaları ile istasyon binası Finlandiya'dan Rusya'ya giden trenlerin yola çıkış noktasıdır. Emill Wikström'ün çalışması olan ana giriş kapısı yanındaki heykeller aydınlatma elemanlarının estetik olarak kamufle edilmesinin önemli örneklerindendir.

İstasyon meydanına bakan diğer önemli yapılar; 20. yüzyıl başında inşa edilen granit Ulusal Tiyatro Binası ve Fin sanatının önemli koleksiyonlarından birine sahip olan Ulusal Galeridir. Tek başlarına da çok etkileyici olan bu yapılar; meydanın yaşayan atmosferi içinde bir kez daha anlam kazanmaktadırlar.

Finlandiya'nın en çok bilinen binası olan Parlamento Binası da bu bölgede bulunur. Anıtsal cephesi ve Fin sanatını en iyi temsil eden örneklerle donanmış iç mekânı turistik turların uğrak yoludur. Alvar Aalto'nun Finlandiya Hall Konser ve Kongre Merkezi, Saarinen'in de tasarımına katıldığı Ulusal Müze ve halen Medya Merkezi olarak kullanılmakta olan, Fonksiyonelizm dönemi simgesi olan Cam Saray bu bölgedeki diğer önemli yapılardır. İstasyon bölgesinin bir başka göz alıcı bölgesi olan Modern Sanat Müzesi Kiasma, Aalto'nun etkilediği mimarlarca tasarlanıp günümüz teknolojisi ile geçekleştirilmiştir.

Kiasma'dan çıkıp kuzeye doğru sokaklar arasında ilerlediğimizde karşımıza kubbemsi bir yapı çıkar. Bu yapı 1969 yılında Timo ve Tuomo Suomalainen tarafından tasarlanmış olan "Kaya Kilisesi"dir. Dışarıdan kubbesi ile fark edilen yapı iç mekânında kubbenin konstrüksiyonu bakımından dikkat çekicidir. Kısmen kayadan oyulan ve kısmen de ocaktan çıktığı haliyle kullanılan taşlardan yapılmış olan kilise, kubbenin taşıyıcıları arasından ışık almaktadır.
.br Kubbede kaplama olarak kullanılan bakır kablonun rengi ile kayaların gri tonları kendi aralarında hoş bir tezat yaratmaktadır.

Turistik kafilelerinin uğrak yeri olan mekân, aynı zamanda klasik müzik konserleri için de kullanılmaktadır. Kilisede kıyılan nikâhların bir kısmının kadın din görevlileri tarafından yönetilmesi de Finlandiya'nın Avrupa'da kanuni olarak kadın haklarını ilk benimseyen ülkelerden biri olarak temsil ettiği sosyal yapıyı gözler önüne sermektedir.

Dünyanın kuzeyindeki bu "küçük" başkentin sokaklarında gezerken tüm bu saydığımız yapıları ve daha fazlasını görmek; farklı bir kültürden gelen bir gözlemci ve bir mimar olarak kendimizi son birkaç yüzyılda gelişen mimari tarzlar arasında zaman yolculuğuna çıkmış hissetmemize nende oluyor.

Genel kanının aksine oldukça sıcak ve içten olan Finlilerin güler yüzlü ve açık sözlü kişiliği bu yabancı topraklarda kendimizi yabancı hissetmemizi önlüyor. Mimari açıdan renkli tarihi, parlak görülen geleceği ve üzerinde durulacak; derinlemesine incelenecek yapısal, teknolojik ve sosyal özellikleri ile Helsinki kenti görülmeye değer bir başkent. Bu zengin başkenti gezip görmeniz dileğiyle...